piyano-ve-zeka-gelisimi-1280x715.jpg

10 Ekim 2024by musicart

Piyano ve Zeka Gelişimi

Okulöncesi yaştaki 78 çocuk üzerinde yapılan bir araştırma piyano – IQ (zekâ katsayısı) arasındaki çarpıcı ilişkiyi ortaya koydu: Okul öncesindeki düzenli piyano dersleri çocukların IQ’ sunu yüzde 50, hatta daha fazla arttırıyor.
Kaliforniyalı iki bilim adamının araştırması piyano eğitimi alan çocukların özellikle matematik ve fen dallarında çok daha başarılı olacağını gösteriyor. Yoksa zeki bir neslin yolu bilgisayar klavyesinden değil de, piyanonun tuşlarından mı geçiyor?
Çağımız rekabet çağı. Öyle ki çocuklar kendilerini bekleyen zorlu sınavlardan galip çıkmak için daha yedi yaşından itibaren çalışmaya başlıyor. Çalışmak elbette etkili ama zeki olmak herkesin harcı değil. İşte bu yüzden, harıl harıl zekâyı geliştirme, arttırma formülleri aranıyor.
Geçenlerde Amerikalı iki bilim adamı yaptıkları ilginç araştırmanın sonucunu kamuoyuna açıklayınca eski formüllerin pabucu dama atıldı. Zekâyı geliştirmek için ne genlerle oynamak ne de bilgisayarın esiri olmak gerekiyordu. Zeki bir toplum yaratmanın yolu eski bir dosttan geçiyordu: Piyano.
Bu araştırmanın başında, Kaliforniya’daki Irvine Üniversitesi’nin Öğrenme ve Hafıza Nörobiolojisi Bölümü’nde görev alan fizikçi Gordon L. Shaw ile Wisconsin Üniversitesi’nden psikolog Frances H. Rauscher var. Shaw ve Rauscher’a göre okulöncesi çocukların beyni tıpkı bir hamur gibi ve erken yaşlarda verilecek birtakım eğitimlerle çocuk beynini şekillendirip beslemek mümkün. Piyano ise, özellikle beyin ve beden arasındaki bağlantıyı kurması, hem ruha hem de fiziğe etki etmesiyle bu yöntemin en etkili aracı. Shaw ve Rauscher’in araştırmasına göre, okulöncesi çocuklara piyano dersi vermek, çocukların fen ve matematikte üstün özellikler göstermelerinde gerekli olan zihinsel yapıyı olgunlaştırmanın en etkili yolu.
Zekâya adım adım
İki uzman, müziğin zekâ ile bağlantısı üzerine araştırmalarını uzun zamandır yürütüyor. Bu alandaki ilk çalışmaları “Mozart Etkisi” adını taşıyan bir deney. 1993 yılında “Nature” dergisinde de yayımlanan bu araştırma klasik müzik – IQ ilişkisi üzerine kurulmuştu. Yapılan deneyde 36 lise öğrencisine belli bir süre, her gün 10 dakika boyunca Mozart’ın bir piyano sonatı dinletilmiş, sonuçta çocukların IQ’larında bir artış görülmüştü. Aynı gruba dinletilen new age ve dans müziği ise Mozart’ın yarattığı etkiyi yaratmıyordu. Tek problem, Mozart’ın etkisinin sadece bir saat sürmesiydi.
Shaw ve Rauscher ikinci çalışmayı “Küçük yaşta müzik dersleri almak ve özellikle bir enstrüman üzerinde yoğunlaşmak” üzerine yaptılar. Bunun için en popüler ve en yaygın enstrüman olan piyanoyu seçtiler. Seçimin nedeni, piyanoyu o yaştaki çocukların daha kolay öğrenebilecek durumda olmasıydı. Bu yılın başında gerçekleştirilen deneyler için bu kez anaokuluna giden 78 çocuk seçildi. Bu arada üç – dört yaşlarındaki bu çocukların ailelerinin sosyo – ekonomik – kültürel yapılarının, gittikleri anaokullarının eşdeğer olmasına da dikkat edildi. Ve 78 çocuk dört gruba ayrıldı. Birinci gruba şan ve piyano dersi, ikinci gruba sadece şan dersi, üçüncü gruba bilgisayar dersi verilirken, dördüncü gruptakilere hiçbir şey öğretilmedi. Çocuklar haftada iki kez 15’er dakikalık piyano dersi alıyordu, her çocuğun eşit süreyle ders almasına da dikkat ediliyordu. Sekiz ay boyunca diğer grupların da çalışmaları sürdü. Bu eğitimin ardından 78 çocuğa zekâ testi uygulandığında çıkan sonuç dikkat çekiciydi. Piyano grubundaki çocukların zekâsındaki artış ile diğer gruptakiler arasında dağlar kadar fark vardı!

Yüzde 46 daha zeki
Çocuklara deneyin başlangıcında zekâ testi uygulanmıştı. Sekiz ayın sonunda diğer gruplardaki çocukların zekâlarında önemli bir gelişme kaydedilmezken, piyano dersi alan gruptakilerin IQ’larında yüzde 46’lık bir gelişme görüldü. Bütün çocuklar bu ölçüm için beş ayrı teste tabi tutulmuştu. Bu testler, puzzle birleştirmek, gösterilen desenleri yapmak, geometrik şekilleri tanımak, nesnelerin doğru renklerini ve resimlerdeki hataları bulmaktan ibaretti.
Dr. Shaw ve Dr. Rauscher, ilk araştırmalarında bulguladıkları “Mozart dinlemenin birkaç saat süren etkisi” aksine, piyano eğitiminin etkisinin ömürboyu süreceğini söylüyor. Deney üç – dört yaşlarındaki çocuklar üzerinde yapılmış olsa da, 12 yaşına kadar alınan piyano derslerinin etkili olacağını ekliyorlar. Bunu da şöyle açıklıyorlar: “Müzik de tıpkı matematik ya da satranç gibi yüksek beyin fonksiyonları gerektiren bir uğraş. Bu alanlar, aynı zamanda iyi gelişmiş ‘spatial’ zekânın da temelini atıyor. Spatial zekâ, görsel dünyayı algılayabilme, nesnelerin görüntülerini zihinde oluşturabilme ve bunların farklılıklarını kavrama yetisine verilen ad.” İki araştırmacı çocukların yoğrulmaya hazır beyinlerinin bağlantılar kurmak için şekil değiştirmeye müsait olduğunu anlatıyor. “Piyano dersleri sinirleri eğiterek beynin korteksindeki algısal gelişmeyi sağlıyor” diyor Dr. Rauscher.
Yapılan pek çok bilimsel araştırma da bu iki bilimadamının söylediğini doğrular nitelikte. Biyologlar yeni doğmuş çocuğun beynindeki fazla sayıdaki hücrelerden bir kısmının sinirlerle birbirine bağlanmış hücre ağının dışında kaldığını söylüyor. Bebeklerde konuşmaları dinlemek, parlak renkli oyuncaklarla oynamak ve müzik dinlemek gibi durumlar bu sinirleri güçlendirerek çocukta zekâ gelişimini sağlıyor. Shaw ve Rauscher’in araştırmaları da zaten bu temele dayanıyor. İki bilimadamı piyano ya da diğer enstrümanların bu sinirsel bağlantıyı güçlendirdiğini ve çocuğun zekâsını yüzde 46 oranında arttırdığını ispatlıyor.

Müzikteki matematik
Araştırmanın mimarlarından biri olan Dr. Rauscher da çocukken piyano ve çello dersleri almış. Rauscher’e göre bu dersler son derece etkili: “Müzik zihinsel imgelemeyi ve bu imgeleri notaları kullanarak müziğe dönüştürmeyi gerektirir. Müziğin fen ve matematikle bu açıdan çok fazla ortak yönü olduğunu düşünüyorum.”
Türkiye’de müziğin zekâ üzerine etkilerini araştıran M.S.Ü. Devlet Konservatuarı profesörü Filiz Ali de iki araştırmacının bulgularını destekler nitelikte konuşuyor: “Müzik ne kadar soyut görünse de son derece bilimsel ve matematiksel. Müziğin içinde bir matematik var. Notalar, solfej hepsi matematik üzerine kurulu. Ve piyano çalmak da matematiksel düşünmeye benziyor. Hem beyni hem bedeni çalıştıran piyano, notaları algılayan beynin tuşlara dokunan parmaklara, pedallara basan ayağa emir vermesiyle bir koordinasyon oluşturur. Bu da beynin birden fazla bölgesini çalıştırarak çok yönlü düşünmeyi ve bağlantılar kurmayı sağlar, beynin kullanımını geliştirir.”
Prof. Ali Avusturya, Almanya, Macaristan gibi ülkelerde anaokullarından itibaren çocuklara müzik eğitimi verildiğini söylüyor: “Burada müzik ilkokulları var. Bu okullarda diğer derslerin yanında her gün iki saat müzik eğitimi veriliyor. Ve çocuklara birer enstrüman çalmayı öğretiyorlar.” Filiz Ali’ye göre müzik eğitimi için çocuğun ille de müziğe yeteneği olması gerekmiyor. “Herkesin matematik yeteneği olmaz ama hepimiz okulda matematik öğrendik. Müzik için de bu geçerli. Çok yetenekli olmasa da çocuklara biraz müzik öğretmek onların zekâsını, algılama, öğrenme kapasitesini, koordinasyon kurmasını ve yaratıcılığını geliştirecek, ileride yapacağı meslekte daha başarılı ve kıvrak zekâlı olmasını sağlayacaktır” diyor ve ekliyor: “Benim ders verdiğim öğrenciler şimdi mimar, doktor, antropolog, matematik profesörü…”
Müzik eğitimi beyini yoğurup şekillendirirken daha zeki, daha duyarlı ve daha sosyal bir neslin de tohumlarını atıyor. Ama tüm hocalar uyarıyor: “Çocuğunuzun zeki olması için onu piyano başına bağlamayın. Çünkü zorlanırsa nefret edecektir. Müziği ona bir oyun gibi öğretmek en etkili yöntem.”
MİNE AKVERDİ – AKTÜEL DERGİSİ
www.okuloncesi.com dan alınmıştır


r_bireysel-dersler-1280x715.jpg

20 Eylül 2024by musicart

İlk aşamalarda çocuğunuz çalışırken onun yanında kalın. Onu dinlemek, konsantre olmasına yardımcı olmak ona yapacağınız en büyük iyiliktir. Öğretmeninin, çocuğunuzun notalarının üzerine ve defterine yazdığı notları inceleyin. Bu hem sizin için, hem de çocuğunuz için yararlı olacaktır. Çocuğun enstrümanını çaldığı yerin sessiz olmasına ve çalışmasının bölünmemesine dikkat edin. Çocuğunuzun ikinci öğretmeni olmaya çalışmayın. Bir ebeveyn olarak sizin göreviniz “öğretmek” değil “desteklemek” tir.
Çocuğunuzun enstrüman çalmaya başladığı ilk zamanlarında hem siz hem de ailenin diğer fertleri olarak ona sabırla yaklaşın. Unutmayın ki her şey istikrarlı bir şekilde çalışarak ve zamanla gelişir. Keman, bateri gibi enstrümanların ilk evrelerde çıkardıkları seslere alışmanız gerektiğini bilerek çocuğunuzu bu enstrümanlara yönlendirin.
Acele edip kendi seçiminize göre bir enstrüman almayın. Enstrüman seçiminde öğretmenin yönlendirmesi büyük önem taşımaktadır. Çocukların çalışmalarını değerlendirirken eleştirel bir gözle yaklaşmayın. Başarı ve çabalarını kutlayın, onları yüreklendirin.
Çocuğunuz bir enstrüman öğrenirken ona yardımcı olmanız için “müzisyen” olmanız gerekmez. ABRSM’nin baş müfettişlerinden ve deneyimli piyano öğretmeni Clara Taylor “Ebeveynlerin kendilerinin müzisyen olması kesinlikle önemli değildir. Ama bir ailenin yapabileceği en kötü şey evde çocuğa “öğretmen” gibi davranmalarıdır.” Herkes enstrüman üzerinde birkaç nota öğrenebilir ama, bize öğretilen şudur, “Başarıya ulaşmanın yolu düzenli çalışmadan geçer”. Bu doğru. Çocuğunuz ne kadar yetenekli olursa olsun, çalışmadan kendini geliştiremez.
Günlük çalışma sürelerine “düzenli” bir şekilde uymalarına dikkat göstererek ve onları çalışmaya teşvik ederek çocuğunuzun sanatsal gelişimine katkıda bulunabilirsiniz.


r_gorsel-sanatlar-1280x715.jpg

15 Eylül 2024by musicart

Sanat eğitimi, tıpkı bilim eğitimi gibi gerekli, ama yöntemleri farklı bir eğitimdir. Yani bilimin eğitimi olduğu gibi sanatın da, yaratıcılığın da eğitimi olur. Yeter ki erken başlansın. Anne karnından, yaşamın sonuna kadar da sürer. Burada algılama, eleştirel bakma ve sezgi çok önemlidir. Teknolojik yoğunlaşmanın yaşandığı günümüzde çağı yakalamanın, çağdaş olmanın ve ilerlemenin tek yolu, yaratıcı ve eleştirici düşünme yeteneğine sahip nesiller yetiştirmektir.
Görsel bombardıman altında yaşarken seçmek, almak, ayıklamak da bir kültür ve eğitimini ister. Bu nedenle yaratıcı bireylere gereksinme vardır. Sonuçta alınan eğitim, doğru değerlendirme yapmayı da beraberinde getirecektir. Sanat eğitiminin temelinde de öğrenciyi düşünmeye alıştırmak, görsel not almasını sağlamak, çevreye bakma tarzı oluşturmak, farklı ilişkilendirmeleri gerçekleştirmesini sağlamak ve bunu bir yaşam biçimi yapmak yatar.

Eğitim sistemi eskiyi tekrar etmek olamaz, ondan yararlanır ama orada kalamaz. Salt bilginin ve zanaata yönelik becerilerin kazandırılması da sağlıklı bir sanat eğitiminin tek yöntemi değildir. Burada asıl olan yaratıcı süreçte zihne dayalı yeteneklerin, algının geliştirilmesi, değişik ilişkilendirmeler yapabilen, farklı yollardan geçebilen, standart olmayan bir öğrenci biçimidir. Yoksa bakış açısı dar, görmeyen, algılayamayan, düşünmeyen, çevreye, olaylara eleştirel bakamayan, başka modelleri benimseyip kişilik gösteremeyen ve de tabii ki yönetilmeye hazır insan tipiyle bir yere varılamaz. Bunun aksi sanat eğitiminden geçer. Sanat eğitiminde yöntemler, durmadan tartışılmak ve değiştirilmek, yenilenmek en önemlisi de bireye göre yapılanmak zorundadır. Önemli olan kişilikli olmaktır. En başta eğitim sistemimizin ve uygulamanın buna göre düzenlenmesi gerekmektedir. Alan okulları dışında sanat eğitimi iki amaçlı yürütülebilir. Sanat eğitimini alanlar, devam edecekler, sanatı yaşam biçimi olarak kabul edecek yetide ve yapıda olanlar, bir de sanatı bilinçli olarak tüketecekler, takip edeceklerdir. Bir örnek; tiyatroda oynayanlar ve tiyatro izleyicileri. İzleyicinin de doğru, gerekli tadı, hazzı ve bilgiyi alması önemlidir. Bunlar yönetmeliklerde en ideal şekilde yerini alır. Ama yaşama doğru ve yeterli geçmesi önemlidir. Maddi koşullar kadar, içerik de önemlidir uygulamaya geçerken. Atölye yok, sınıflar kalabalık ve iyi bir eğitim düşlemi. Ama bu koşullar da yetmez. Verilen eğitimin niteliği ondan da önemlidir.

Tabii ki sanat eğitimi salt uygulama, çizim vb. değildir. Bir de bu eğitimin kültür boyutu vardır. Çok önemli, gerekli olan. Alt yapının bilgi yükleminde olması demek, yaratıcılığa o kadar katkısı olması demektir. Önemli olan sanat eğitiminin sistemin içinde özerk olarak yerini almasıdır. Başka derslerin destekleyiciliğinde ya da başka derslere yerini vermekten çok, kendi alanın diliyle gerçekleşmelidir. Bu anlamda diğer alanlara daha sağlıklı bir şekilde yararı olacaktır.

Yaşamdaki çirkinlik, kirlilik yeterince sanat eğitimine değer verilmemesinden kaynaklanmaktadır. Genlerden gelenler önemlidir ama ondan önemlisi eğitimle gelişilebilmenin bilinciyle hareket edilmesidir. Öğrenci, öğretmenin kişiliği dışında farklı bir kişiliktir. Eğitim, bununla başlar. Yoksa önce anne baba, sonra öğretmen modeliyle yaşamak ve yaşatmak hiçbir şeye çözüm değildir. Bireysel ayrıcalıklara göre yapılmayan eğitim, yerini bulmaz. Çağın verileri ve yapısı nedeniyle bunu kaldırabilecek ve değiştirebilecek yaratıcı insanlar gereklidir. Bunun içinde sanat eğitiminde farklı, çağdaş, yaratıcı, yeni yaklaşımlara gerek vardır.
Yaşama eleştirel bakmak, bilinçli tavır alabilmek sanat eğitiminin nüvelerinden olmalıdır. Bu, salt gördüğünü tekrarlayan, belirli beceriler kazanan eğitim sisteminin çok ötesindedir. Sentezleyen, analiz yapabilen, farklı ilişkilendirme ve ürün gerçekleştirebilen öğrenci tipi farklı yöntemlerden geçer. Okullar kitap ezberi değil, tahtaya çizilenin yinelemesi değil, kişilikli öğrenci potansiyeli taşıyan yerler olmalıdır. Salt sanatçı olmak amacıyla eğitim gerçekleştirilemez.

Sanatı duyumsayan, sanat yapıtını gören, bakan, alımlayan, beğenen, ya da beğenmeyen, eleştiren insanlarda gereklidir. Sanatın yaşama katkısında bireyin yeri ne olmalıdır, sorusuna yanıt aramak gerekir. Beğeniden yoksun bireyler değil, kendine güvenen ve değişime katkısı olan bireyler, yeniliğe açık kişilikler… Önemli olan budur. Sanat eğitimi ve yaratıcılık öğretilebilir etkinliklerdir. Ancak burada öğretmenin rolü önemlidir. Bu gün artık bilim eğitimi kadar sanat eğitimi de ciddiye alınmalıdır. Ama çok daha ciddiye alınması gereken yaratıcı sürece dayalı eğitimdir.
Bilim eğitimi kadar sanat eğitiminin de gerekliliği yaratıcılığın eğitilebilir, geliştirilebilir olmasındandır. Ve bireysel ayrıcalıklar nedeniyledir. Önemli olan öğretmenin doğru yöntemlerle öğrenciye yaklaşmasıdır. Bu bağlamda eğitimciye düşen görev niteliği çok önemlidir. Artık saksıyı koy çizsinler, tahtaya örnek çiz tekrarlasın öğrenciler, bunlar geçti ya da geçmeli, değişmeli. Bu da mesleğin sorunlarını gençlere, çocuklara yüklemekle olmaz, olamaz. Gelişen, değişen yapıya, çevreye koşut herkesin değişmesi gerekiyor, eğitim yöntemlerinin de, öğretmenin de.
Öğretmen örnek olandır, bir şekilde modeldir. Bu modelin doğru olması lazımdır. Fakat bunun, öğrencide yinelenmesi söz konusu edilmemelidir. Tüm bunların çok geniş kapsamlı bir şekilde gerçekleşmesi gerekir. Öğrencinin duyusal gelişimini de göz önüne alarak salt fizik gelişiminde kalmayarak. Ama her şeyden önce onu, bizim dışımızda bir birey, bir değer kabul ederek. Bu, bireyden başlar toplumun kimliğine dönüşür.
Çünkü çağı yakalamak, değişime ulaşabilmek, geçmişte ve gelecekte kalabilmek eğitimle, eğitimin oluşturduğu doğrularla, kültürle, bilimle, sanatla kalabilir ancak. Aksi halde başka ulusların altında yaşamakla karşı karşıya kalırız. O zaman yaşadıklarımızı, yaptıklarımızı tekrar tekrar gözden geçirmemiz gerekir. Öncelikle bireylerin yeri doğru saptanmalıdır. Zeka önemlidir ama ondan daha önemli olan doğru yerde olmaktır. Başarı buradan başlar. Sevilen, istenilen yerde ve konuda araştırma yapma sevinciyle…

Tülay Çellek 28-03-2003